19 Temmuz 2013 Cuma

EURODISNEY PARİS MACERASI: 7 PRENSESE KARŞI BİR UYKUCU PRENS

24-27 Haziran tarihleri arasında, ablam, 6 yaşındaki kızı Yağmur, 4 yaşındaki Damla; ablamın arkadaşı Handan, onun 4 yaşındaki kızı Papatya , 6 yaşındaki kızı Eftalya ve Can Rüzgar'ımla ben Eurodisney Paris'e gittik: 7 kadına karşı bir Küçük Prens Can Rüzgar.

Yani 3 anneye karşı 5 çocuk! Macera kelimesi tesadüfi değil, bilerek ve isteyerek seçtim.

İşe havalimanındaki CIP salonunda 5 canavara briefing vererek başladık: Grup olarak hareket etmemiz gerektiğini, annelerden kati suretle ayrılmamalarını tembihledik.


Ve "ekip dayanışması" hemen meyvelerini vermeye başladı. Uçağın kapısında yere yayılıp boyama yapmaya başladılar birlikte...



Her yolculukta olduğu gibi, Cancan ağzında emziği, elinde yastığı uyku moduna geçti. Benim açımdan ne kadar büyük bir şans! Bebekliğinden beri, gerek araba, gerek uçak yolculuklarında hemen baygın düşüp, biz gittiğimiz yere varana dek gık dememiştir. Yine kaideyi bozmadı. Havaalanında binlerce kişinin bastığı halı kaplı zemine yapıştı. Titiz bir anne olmamakla beraber, yine de bu görüntü karşısında irite olmadım diyemeyeceğim. 



Paris'e varır varmaz ablamın yıllardır Paris'te yaşayan bir arkadaşının tavsiyesi üzerine "Paris Dolmuşu" bizi karşılamaya geldi. Türklerin kurduğu bu organizasyon, minibüsleriyle sizi Paris havalimanında karşılayıp şehire götürüyor. Şirket ve tarifeleriyle ilgili bilgiyi www.parisdolmusu.com adlı web sitesinden edinebilirsiniz. Özellikle bizimki gibi grup seyahatleri için fiyatları son derece makul. 8 kişi iki taksi kiralamaktan çok daha ekonomik. 


Kızların rengarenk prenses elbiseleri olur da komünümüzün tek ERKEĞİ, kostümsüz çıkar mı! Bir Paris ziyaretinde babasının Disney Store'dan aldığı Cars tulumu yapıştı oğlumun üzerine. Haziran sıcağında ne tulumu demeyin. Hava üç gün boyunca 16-17 derecelerde seyretti! Paris'in sözde yazı işte...



İkinci günse tam Türklere yakışır şekilde kıpkırmızılara büründük. 



Gelgelelim fasulyenin faydalarına... Lafı hiç uzatmayıp Eurodisney izlenimlerimi çok içten bir şekilde sizinle paylaşacağım:
ÇOCUĞUNUZ BENİMKİ GİBİ 2 BUÇUK YAŞINDA İSE ASLA VE ASLA EURODISNEY'E GÖTÜRMEYİN. BEN OLSAM EN AZ 6 YAŞINA KADAR BEKLERİM. Neden mi?





Öncelikle, 6 yaşına gelmeden Disney'in kahramanlarından bihaber oldukları için, bir şey anlamıyorlar veya yaşları küçük ve boyları kısa olduğu için hiçbir alete binemiyorlar. 

Oğlum sadece Cars'ı biliyordu, onun için de 40 dakika sırada bekleyip anne-oğul perişan olduktan sonra, 2 dakika süren bir çarpışan araba deneyimi bizi hiç avutmadı.

Her alette en aşağı 40-50 dakika sıra beklediğinizi düşünün. Bir kere beklemek bir yana, iki yaşındaki Terrible Two'nuzu sıra içerinde zaptetmek bile ölüm...



Sonra uğruna beklediği aktiviteden bir şey anlamayınca "boşuna yorulduk, boşuna para harcadık" hissiyatına kapılılıyorsunuz ki, bu da çocuklar gibi şen olmanız gereken bir durumda sizi acayip sinir ediyor. 




Ablaları prenseslerden imza aldılar, onlarla yemek yediler ve hayatları boyunca unutamayacakları bir deneyim yaşamış oldular. Öyle ki ailemizin ilk gözağrısı Yağmur bir gün durup dururken hüngür hüngür ağlamaya başladı. Nedeni sorunca:

"Bugün hayatımın en mutlu günü, ondan ağlıyorum" demesin mi!
İşte size demek istediğim bu. Ailecek yorulacaksınız, deli gibi para harcayacaksınız, bari çocuğunuz maddi manevi yaptığınız fedakarlığın farkına varsın, değil mi?

Benimki sıra beklemekten, kalabalık içinde özgür hareket edememekten o kadar bunaldı ki, "Evimize gidelim anne" diye tutturmaya başladı... Haksız da sayılmaz.







İkinci tavsiyem, asla babasız gitmemeniz. Aksi taktirde  bütün yük, sizin zavallı omuzlarınıza kalıyor. Akşam geçit ve havaifişek gösterisi olurken yarım saat boyunca omzuna al, yürümek istemiyorum diye tutturduğunda kilometrelerce kuçağında taşı... Resmen eziyet!

Üçüncü ve en önemli tavsiyem puset konusunda. Mutlaka pusetinizi yanınızda götürün. Biz 8 kişi seyahat ettiğimiz için, bir minibüse sığamama endişesiyle puset taşımadık. Bildiğimiz kadarıyla orda kiralanıyordu. 

Puset kiralasak da perişan olduk. Bir kere puset parkın girişinde kiralanıyor ve park çıkışında yine iade edilmesi gerekiyor.

Bu şu demek: Otelden parka kadar, sonra yine dönüşte parkın çıkışından otele kadar pusetsizsiniz. Yani gidiş-dönüş yaklaşık 5 km.lik bir yolu, yayan gitmek zorunda kalıyorsunuz. Tabii ki minikler yürüyüşten bunalıp kucak istiyor. 14 kiloluk çocuğu kilometrelerce kucaklamak tabii ki büyük bir eziyet.

Pusetler, 72 Euroluk depozito karşılığında park dışına çıkarılabiliyor. Ama olur da o kalabalıkta biri sizin puseti alır giderse yandınız, depozito yanıyor. Pusetin günlük kirası da yabana atılmayacak cinsten: günlük 15 Euro ki, ben 3 gün için 45 Euro ödedim. Türkiye'de bu fiyata yeni puset almak mümkün. Ayrıca pusetler çok fazla kullanıldığı için oldukça kötü durumda, dolayısıyla inanılmaz bir efor sarfetmeniz gerekiyor!






Evet genel itibariyle olumsuz izlenimlerin baskın olduğu bir seyahatti. Gelin görün ki, çocuğunuzun bir anlık gülümsemesi her şeyi sildiği için pozitif anılarımız da oldu elbette. Rüzgar'ın kuzenleri Yağmur ve özellikle yaş olarak daha yakın olduğu Damla'yla paylaşımları beni çok mutlu etti. 

Oğlumla beraber Damla'ya yazdığımız şarkıyı söyledik hep bir ağızdan:
"Damlanı damlanı, Damlanı... teyzesinin tatlısı, teyzesinin balkabağı..."

Ve tabii çok güzel görsel anılarla veda ettik Paris'e. 

Unutmadan yine dönüşümüzü Paris Dolmuşuyla yaptık. Bizi havalimanına götüren beyefendi "bizim ekibi çok sempatik bulduğunu söyleyip facebook sayfalarına koymak için bizden toplu bir resim rica etti:)))









Hiç yorum yok: