“Seni Meksika fasulyesi seni...” dedim henüz belirgenleşmemiş göbeğimi okşayarak:
“Fasulye kadar cüssenle 20 saat süren bir yolculuk yapıp
Karayiplere, yeryüzünde bir cennete hoşgeldin!”
Bebeğimizin
varlığını öğrendikten sadece günler sonra, hamilelik öncesi yaptığımız programa
sadık kalarak Riviera Maya'daki olağanüstü tatil köyüne varmıştık. Sahil ve
bulunduğu ıssız koy, son yıllarda türeyen pozitif enerji uzmanlarının
"gözlerini kapat ve kendini huzurlu bir mekanda hayal et" cümlesinde
kastettikleri yeryüzü cennetiydi. Ancak bu kadar muhteşem bir doğa hayal
edebilirdi insan: turkuaz ve transparan deniz, bembeyaz, ayağa adeta masaj
yapan ipeksi bir kumsal, denizin cazibesine dayanamayıp ona doğru eğilmiş elastik
palmiyeler...
Ne mutlu ki, hamileliliğin ilk trimesterine özgü tatsız sinyallerin hiçbirini vermiyordu bedenim, mide bulantısı, aşerme ve uyuklama sendromundan eser yoktu. Neredeyse dünyadaki tüm hamilelerin başucu kitabı "Bebeğinizi Beklerken Sizi Neler Bekler"in söz ettiği uğursuz belirtilerin bir tanesini bile yaşamamıştım henüz. Vücudumdaki hormon patlamasından kaynaklanan tek yan etki, sürekli zırlayacak bir bahane bulmam olmuştu. Endorfin, yakaladığı her fırsatta, acımasızca duygularımla oynuyor, gözyaşı olarak terk ediyordu bedenimi:
"Şu pamuk şekerine benzeyen gökyüzünün güzelliğine bak kocacığım...Benim ruh halimle nasıl da örtüşüyor, hayatı o kadar toz pembe görüyorum ki şu anda, tıpkı Edith Piaf'ın la vie en rose şarkısındaki gibi...Hüüüü..."
Yağmur ormanlarının içerisinde doğal bir hayvanat bahçesiydi burası, ancak bu ormanın kralı iguanalardı, sanki onlar evsahibi, biz onların habitatında misafirdik. Hele yemek saati gelip de etrafa mama kokuları yayılmaya başladı mı, hemen restoranların terasına üşüşüp, masanın altından aç kedi misali taciz ediyorlardı bizi:
"Bu iguana çok acıkmış, bak nasıl saldırdı elimdeki muza görüyor musun? Sence o da benim gibi bebek mi bekliyor? Kıyamam sana ben... Hüüüü..."
"Saçmalama karıcığım, her şey dahil tatil köyünde yaşamaktan gözleri dönmüş bu iguanaların o kadar. Geçen gün bir tanesini patates kızartması yerken yakaladım, resmen fast-food bağımlısı modern bir tür bunlar."
Bu tatilde hiperaktif damarımı bastırıp, otelin huzur konseptinin hakkını vermeye kararlıydım. Bütün çiftler yanyana şezlonglarda ayakları birbirine değerek uzanmış sükunetle kitaplarını okuyorlardı. Ben de elime moda dergilerimi alıp, şezlonga uzanacak ve mango-papaya kokteylimi yudumlayacaktım, margaritha şansım olmadığına göre...
Henüz
bir dergiyi anca bitirmiştim ki, içime fazla huzurdan fenalık bastı, tam da o esnada, etrafı keşfe koyulmuş Pep yetişti imdadıma:
-”Aşkım şu açıktaki dev gemiyi görüyor musun? Bak deniz o
bölümlerde koyu bir renk alıyor, işte
tam orada mercan kayalıkları varmış, dalgıç bir çocuk söyledi. Haydi
oraya gidip şnorkel yapalım, rengarenk balıklar varmış, şu Kızıldeniz'de
gördüklerimizden”.
-”O zaman biz de iki kişilik kano kiralayıp gideriz,
böylece risk ortadan kalkar.” dedi Pep ışıldayan gözlerle.
Yarım saat sonra turkuaz denizde
kapkara bir şerit olarak gözüken mercan kayalıklarına vardık. İkimizin birden
suya atlaması söz konusu değildi, birimizin kanonun üzerinde nöbet tutup,
vasıtamıza sahip çıkması gerekiyordu.
Önden bayanlar! Şnorkelimi takıp kendimi suya bıraktım ve tropik balıkların üzerindeki yanardöner renkleri, incecik muntazam çizgileri ve sevimli ağız hareketlerini izlemeye başladım. Balıkların huzurlu dünyasını, şnorkelin borusundan çıkan yavaş ve düzenli nefes alışverişleri eşliğinde seyretmekten daha harika bir meditasyon olamazdı kuşkusuz...
Önden bayanlar! Şnorkelimi takıp kendimi suya bıraktım ve tropik balıkların üzerindeki yanardöner renkleri, incecik muntazam çizgileri ve sevimli ağız hareketlerini izlemeye başladım. Balıkların huzurlu dünyasını, şnorkelin borusundan çıkan yavaş ve düzenli nefes alışverişleri eşliğinde seyretmekten daha harika bir meditasyon olamazdı kuşkusuz...
Nasıl geçtiğini anlayamadığım bir 40
dakika sonrasında Pep'in bana seslendiğini duydum. Karnımdaki hazineyi korumaya
çalışarak ama başka bir çarem olmadığından ona yüklenip inanılmaz bir efor
sarfettim, açık denizde olduğum için ayaklarım dibe değmiyordu, kanoya çıkmak
acayip zor oldu, neyse ki başardım, sıra
Pep'teydi.
Birkaç dakika
sonra,
-”Balıklar
kaçışıyor, sanki savaş çıktı, çok ilginç” dedi kafasını sudan çıkarıp.
-“Hay allah!
Bir iki dakika daha dursaymışım keşke” diye söylendim manzarayı kaçırmış
olmanın verdiği kıskançlıkla.
-”Aşkım sakin
ol” dedi buz gibi bir sesle aniden.
Neden diye
sormama gerek kalmadan,
-”Köpekbalığı
geldi” cevabını aldım.
Bir anda
gözümün önünde izlediğim belgeseller canlandı, köpekbalıkları, renginden ve
büyüklüğünden ötürü fok zannettikleri sörf tahtalarına ve kanolara
saldırıyorlardı. Ben ve minik bebek kanonun üzerindeydik, yani hedeftik.
Dehşetle küreğe asıldım, kaydadeğer bir depar atmış olmalıyım ki aynı anda Pep'
in "dur, beni bekle" diye canhavliyle bana bağırdığını duydum.
"Bekliyorum ya" desem de, son sürat ilerlemeye devam ediyordum,
içgüdülerimle hareket eden bir motor gibiydim. Her nasılsa Pep, önümdeki boş
koltuğa konuverdi aniden. Hareket halinde değilken bile üzerine çıkması insanı
perişan eden kanoyu, ben o hızla giderken nasıl yakalamış da koltuğuna konmuştu
bilemiyorum, doğa kanunlarıyla açıklamak mümkün değil, iman gücü bu olsa gerek.
-”Aşkım panik yapma, sakin ol. Bizi dünkü dalışta
bilgilendirdiler, tatlı köpekbalığı adı, insanlara saldırmıyor merak etme"
diyerek beni teselli etmeye çalıştı hemen.
O telaşla "Madem o kadar tatlı
sen neden sincap gibi sıçradın kanoya görür görmez" cevabını verebilecek
mantık yürütmeyi yapamadığımdan olsa gerek, daha banal bir yöntemle, bildiğim
tüm küfürlerle cevap verdim kendisine.
Karaya
varmamıza dakikalar kala Pep,
"Senin
yüzünden hayatımın en önemli sualtı deneyimlerinden birini kaçırdım, sen öyle
telaşlanmasan ben saatlerce orada kalır izlerdim" diye veryansın etmesin
mi, kulaklarıma inanamadım. Ayrıca arkama bile bakmadan oradan kaçmama hayret
etmişti, demek ki kocamın hiçbir değeri yoktu benim için. Çocuğumu babasız
büyütme korkusu yaşamamış mıydım hiç?
Sahilde dinlenen hamile karısını fitneleyip, köpekbalığının ayağına
götürdüğü yetmezmiş gibi bir de zeytinyağı gibi üste çıkıyordu adam.
Karaya ayak basar basmaz tatilin
geri kalanını o gıpta ettiğim sakin çiftler gibi kitap okuyarak geçirmeye and
içtim. Madem moda dergileri işe yaramadı, ben de Paulo Coelho okuyacaktım.
Romanın üçüncü bölümünü göremeden, güzelim tatil köyünü bırakıp, Pep ile başka
bir koya dev caretta caretta'larla şnorkel yapmak üzere yola çıkmıştım.
Tatlı köpekbalığının ham yapamadığı,
şu anda iki yaşına gelmiş ultra hareketli oğlumun koşuşturmasından bunalıp,
bazen “uff amma hiperaktif bu çocuk” diye kendi kendime her söylendiğimde kıs
kıs gülüyorum içimden: Ne yapsın çocuk, hamuru bozuk, anası babası ayağını
uzatıp kitap mı okumuş onu beklerken?
4 yorum:
Artik Brezilya'dan da boyle muhtesem fotolar ve hikayeler bekliyoruz hanfendi. Ellerinize saglik, yine harika bir yazi olmus. 5. okuyusta bile guluyor insan!
yahu gozlerşm dolu dolu okumam seni aniden hayatima sokup sanki uzuuuun zamandir hayatimdaymissin gibi hissetmemden mi ? yoksa harika yazmis oldugundan mi bilemedim.. Aslinda her ikisi de olmali.. Nefif bir hikaye.. Tum hamilelegini seyahat ederek gecirmis bir sapsal anne olarak ( burada ki sapsal aferin bize anlamindadir.) senin en tehlikeli zaman dedikleri hamileligin baslarinda bile bu seyahati yapmis olmana coook sevindim... Gerci riskli hareketler yapmissin simdi mantikli dusununce sen de oyle dusunuyorsundur eminim.. Ben de 2 aylik hamileyken Yunan adasi Paros'u ATV ile dag bayir gezmistim.. o cocuk dusmedi daha da dusmez demistik donunce :))) Hikaye nefis.. boyle guzel anlarin hepsini dinlemek istiyorum... Eminim her seyahatin nefis anilari vardir paylasmak isteyecegin.. Hamis oncesi, sonrasi, hamislik hali.. Hepsini dinlemeye hazirim tatlim ! operimmmm xxx
Babymoon bayıldım :))))
canım bayıldım hikayenize.. yeni sol ve pep hikayeleri bekliyoruz..
Yorum Gönder