7 Haziran 2013 Cuma

PEK KARA ANKARA'DA CANCUNVARİ BİR DÜĞÜN


"Düğün, Çek Cumhuriyeti'nde olmayacak, Katka ve Taylan, son anda Ankara'da evlenmeye karar verdiler" haberini ilk duyduğumda, ne yalan söyleyeyim, epey bir hayal kırıklığına uğradım. Çünkü düğün bahanesiyle, kocacımla üç-beş günlük bir romantik kaçamak yapıp, stilettolarımla; Prag, Budapeşte ve Viyana caddelerini arşınlayacaktım: 
"Tüh tüh yıkıldı Can'avarsız kaçamak planlarım, rengarenk geçmesini planladığım düğün haftası, kös kös evde oturup, AnKARA'yı dinlerim gözlerim kapalı" diye söyleniyorum içimden.


Derken düğün günü 25 Mayıs gelip çatıyor ve üzerimde Türkiye'de bir türlü bulamayıp, Rodos'tan aldığım mercan motifli Zara elbiseyle Club Mirador'da buluyorum kendimi. 


Bu yemyeşil doğaya adım atar atmaz, AnKARA'dan uzaklaşıyorum, hele nikahın kıyılacağı çardağın üzerindeki kuru sazlar yok mu, kendimi Cancun'da Brangelina misali ünlü bir çiftin  paparazzisi bol nikahında duyumsuyorum. 




















Ihlamur ağaçlarının kokusu burnumda, yemyeşil fon arkamda "stilettolu pozları" vermeye başlıyorum ardı ardına Pep'e. Ambiyans onun da çok hoşuna gitmiş olacak ki, makinayı bir arkadaşının eline tutuşturup, yanıma damlıyor birden:








Gelin, Avrupai geleneğe sadık kalarak, güzelliğini miras aldığı, yakışıklı ve fit babasının kollarında geliyor ultraromantik nikah çardağına. Her düğünde olduğu gibi, klişe gözyaşlarıma engel olamayıp "smokey Angelina makyajımı" bile bile heba ediyorum. 





Çekoslavakyalılaştıramadıklarımızdan Damat Bey "her zaman evet", bir yabancı dil öğretmeni olarak azmine hayran olduğum Katka kocaman bir "EVET olabilir(!)" ile yanıtlıyor evlenmelerinde bir engel olmadığını belirten nikah memuruna.

Bir husus var ki, kıskanmaktan kendimi alıkoyamadığım, o da gelinin hayatının en özel gününde babet giymesi, giyebilecek boya ve endama sahip olması!!! 
Altını çizmek istiyorum ki, stiletto kara sevdasına kapılmış bir hatun olarak, gelinin ayakkabı tercihini eleştirmeye filan çalışmıyorum, aksine, 1.60'lık her Törkiş gibi, Çek güzelinin, 1 cm'lik ayakkabılarla çimenlerde koşuşturmasına, süper bir konforla bütün gece dans etmesine imrenerek şahit oluyorum o kadar. 


11 pontluk Londra ganimeti Kurt Geiger stilettolarım ayağımı zedeleye dursun, ben yayınlayacağım post için akrobasi yaparak resim çekmeye devam ediyorum , derken hava kararıyor. 




Açık büfe sunumu ve hizmet tek kelimeyle muhteşem, klasik bir ordövr tabağı ve ara sıcak ikramı beklemek yerine, herkes, dilediği sıcacık mamadan, dilediği kadar alıyor ve keyifle midesine indiriyor. 



Ben, tercihimi dönerden ve salata büfesindeki zengin çeşitlerden yana kullanıyorum. Beyim ve keyfine pek düşkün metroseksüel kankisi ise Cohiba puroları ve Cafe Creme'den :)


Gelin, bir tek, neredeyse her Türk düğününde olduğu gibi pastanın çakma olmaması konusunda azıcık "cadılık yapmış. Haklı ısrarı sonucunda da, gelin ve damat has be has pastalarını kesip, alkışlar eşliğinde ilk karı-koca tatlılarını ham yapıyorlar beraber.



Pasta kesimi biter bitmez, dolunay gecesi, giderek renklenip, ortalık ısınmaya başlıyor. Doğum ezgim Macarena ve Korkunç İki(Terrible Two) oğlumun Top 10'nin bir numarası Gangnam Style'da kurtlarımızı dökerek veda ediyoruz bu şahane geceye...








Şu bizim Cohibacı Törkiş diplomatlara bakın hele, omuz omuza vermiş, Angara havası oynuyorlar, bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu, her hafta masajda, manikür, pedikürde überseksüel arkadaşımız, ama Fidayda da Angaralım çalınca dayanamıyor:)


Muhteşem Gatsby'nin soundtrak'inden konseptimize uygun  A Little Party Never Killed Nobody şarkısıyla bitirelim öyleyse:


A little party never killed nobody
So we gon’ dance until we drop, drop

A little party never killed nobody
Right here, right now’s all we got...




Hayatlarının her gününün, düğün geceleri gibi toz pembe, şen ve kusursuz geçmesi dileğiyle, ömür boyu mutluluklar...





Hiç yorum yok: